22 Aralık 2013 Pazar

Şimdi okullu olduk

Okula başlayan çocuk ilk etapta anneyi cok sevindirsede, zaman ilerledikçe garip bir hüzne bogabiliyor. Ilk zamanlar; okula başlamış dolayısıyla büyümüş olmasının sevinciyle, belirli saatlerle de olsa ayri kalmanın hüznü karşılaşsa da, ''yaşasın günün bazı saatleri özgürüm''le, "ama o yokken ben napıcam" ölesiye çarpışsa da neticede güzel bir duygu veli olmak.
Günler haftaları, haftalar ayları takip ettikçe hüzün çıkıyor ortaya. Artık çocuğunuzu tanimamaya, tanimayincada derin bir huzne kapiliyorsunuz. Şöyle ki;
   -Oğlum bir şarkı söylüyor, benden de ona eşlik etmemi istiyor fakat ben ona eşlik edemiyorum.  Önceden her şarkıyı, her türküyü birlikte söylediğimiz, yeri geldiğinde bağıra bağıra dans ettiğimiz yavrumu şimdi sadece dinleyip anlamaya çalışıyorum.

    -Bana kelime oyunlarıyla şaka yapıyor, ben ona cevaben ne diyeceğimi bilemiyorum.

    -Ananasına-dedesine bişey anlatıyor. Onlar da "ne diyor" diye bana bakıyor. Cevap veremiyorum.

    -Öğretmenine bişey anlatıyor. Öğretmeni ona cevap veriyor. Ben Fransız gibi onları dinleyip, öğretmenin bana açıklama yapmasını bekliyorum.

Bir başkasının, bana benim çocuğumu anlatmasına dayanamıyorum.  Içimden ağlamak geliyo ağlayamıyorum.  Onunla ilgili bişeyleri bilmediğim zaman kendimi kötü anne gibi hissediyorum. Netice de büyüyor. Hayatın akışı bu desemde buruluyorum.
     Yavrum seni çok seviyorum.

Bide okula başlamasıyla şikayetler de başladı. Hergün öğretmeni Gül Ayşe'yle birbirlerini gidiklamalarindan şikayetçi.
Kızııım, Gül Ayşeee, bak bu erkektiiir. Erkeğe laf soylemezler kıza söylerler yavruuum. O etse de sen etme emi kızım.  Bak benim de kızım var o yüzden yanlış anlama beni emi yavrum. Iyiligin için diyorum ben. Yoksa bana ne eheee oğlan benim yigit benim.

19 Ekim 2013 Cumartesi

YILDÖNÜMÜ (ev hanımı style)

Bugün benim evlilik yıldönümüm. Tam 6 yıl oldu.

Bu güne özel plan-program yaptık mı?
Hayır.
Hatırladık mı?
Hayır.
Peki berabermiyiz?
Hayır.
Hayır.  Hayır.  Hayır.

Koca şuan uçakta memleketine gidiyor. Nedenmiş efendim. Büyüklerini daha sık görmesi gerekmiş. Tamam mübarek git gör ona bişey dediğimiz yok da, niye tarihe dikkat etmiyorsun.  Niye kasıtlıymış gibi bu güne denk getiriyorsun.

Geçen senede hatırlamadık zaten. Ben yeni bebek haberinin şokuyla, eşim sınav heyecanıyla ikimiz birden unuttuk. Birkaç gün sonra da benim aklıma geldi. "Aaa biz nasıl unuttuk. Neyse geçerli sebeplerimiz vardı." diye örtbas ettik. Ama bu ne kardeşim. Sanki 30. 40. yıl. Bu kadarda olmazki. Daha yolun başında sukoyverdik.

Uçağa binmeden önce aradım; hem kutlamak,hem de unuttuğunu yüzüne vurmak için.  'Aa ben valla hatirliyordum da sonradan unutmuşum. Hatta sana hediye yollicaktım ama pazar günü diye o da kaldı.'dedi. Kredi kartından limit talebiyle olayı tatlıya bağladım. Gerçi adam tutar işini sabah konuşuruz dedi ama olsun. Şöyle güzel bişeyler çıkarsa mesela 6. Yılın şerefine 600 lira falan olayı tatlıya hatta bala şerbete falan bağlarım.

Nacizane bide şu evliliğin oturma süreçlerine değinmek istiyorum. Ben yeni evlendiğim zamanlar hep bana "evlilikler 5.yılında oturur" derlerdi. Biz 5.yılı geçtik. Oturduğu falan yok. Her hafta bikavga, her gün bir karmaşa. Sürekli dimdik ayakta bizim sinirler.
Şimdilerde 7.yıl önemli diye duymaya başladım. Bizim evliliğin yaşı büyüdükçe, evliliklerin oturma yaşı da büyüyor. Ama ben gene de sabırla bekliyorum 7'yi, bakalım 5ten göremediğimiz kerameti 7den görebilecekmiyiz.
Geçen biyerden 12 yıl diye de duydum. Tabi bunların hepsi söylenti ama gene de insanın sinirlerini bozmaya yetiyor.
Ha bir de 20.yıl diye de bir dedikodu var ki akıllara zarar. 20 yıldan sonra en kötü ihtimalle 40-50 yaşında olan bir insanın evliliği otursa nee, oturmasa ne. 20 yıl acısıyla tatlısıyla çekmiş zaten karşısındakini. O saatten sonra ayrılıp bir başkasıylamı evlenecek. Yeni tavırlar ,yeni huylar, yeni anlaşmazlıklar, yiine anlaşmazlıklar. Yani ben olsam hiç uğraşamam 20 yıldan sonra eskiye devam.
Ama 30dan sonra baktım gene olmuyo ben de basar giderim Esra Erol'a. ;))


♥♥YILDÖNÜMÜ ♥♥

Sabah ezanıyla başlıyorum yazıya. Güzel şeyler dökülecek diye umud ediyorum ezanın hikmetiyle. 

Bir seneyi daha devirmiş olduk sevgili eşimle. 20.10.2007 tarihidir bizi bağlayan birbirimize. Altı yıl oldu dile en kolay gelen haliyle. 3 çocuk sığdırdık bu kısa! evliliğe. 

Çocuklardan öncesi hiç yaşanmamış gibi deriz ya hani, siliktir o yıllar, aylar,günler,haftalar. Çocuklarımızla var olmuşuz gibi onlardan önce ne yaptığımızı bilmediğimizi söyleriz hep.  Genel olarak  doğrudur da aslında. Rabbimin bize verdiği o müthiş meyvenin, bize yaşattığı tarifsiz ve eşi, benzeri olmayan hazzıdır bize bu duyguyu yaşatan. Ama gene de insan durup düşünmeli, dönüp bakmalı eskiye, eşiyle başbaşa geçirdiği günlere. 
Ben sık sık bakarım eskiye, çokça anarım geçmiş günlerimi. Andıkçada sonsuz şükürle rabbime, tekrar aşık olurum eşime. İçimden hep dua ederim onun için; bana verdiği mutlulukların bin katını versin ona diye.
Sevgili eşim şuan gökyüzünde. Yolculuk uzak memleketlere. Sıla-i rahim edip, büyüklerinin duasını alıp, ellerini öpmeye. 
    "Canım; niyetin kabûl, yolun açık olsun. Ayrı girdiğimiz bu yeni yılımızda başlangıcındaki ayrılığın aksine, daha fazla beraber zaman geçirebilmemiz ümidiyle. "

12 Ekim 2013 Cumartesi

Bloglar-Yazılar-Hatıralar

Uzun zamandır vakit bulupta yazamıyorum. Ama son bir aydır bloglara öyle bir sardım ki; çorba karıştırırken bir elimde telefon, bez değiştirirken poponun yanında telefon sürekli okuyorum. Okudukça içim gidiyo. Bakıyorum insanlar uzun süredir ve hatta uzun uzun yazıyorlar. Bebeklerinden öncesi bile var kimisinin. Nasıl güzel bir hediye, nasıl güzel bir hatıra çocuklar için. Bu yüzden bende çocuklarım için, "annee başlamışsın ama bi düzgün-düzenli-rutin yazmamışsın" demesinler diye daha sık yazmaya niyet ettim. Neden niyet ettim? Çünkü niyet etmek işin yarısıymışda ondan. Yani eldeki avuçdaki malum, zaman kısıtlı. Niyetimizi salih tutalım ki Rabb'imiz yardım etsin. Âmin.


Sizi çok seviyorum canım çocuklarım. Iyi ki varsınız.

9 Ağustos 2013 Cuma

Gezi Günlüğü

Saat 12:20'de bebeleri aklayıp paklayıp bezlerini değiştirip ki uzun süre arıza  çıkartmasınlar, Gemlik'ten yola çıktık. Bebeleri uyur vaziyette arabaya tıktık. Tıktık diyorum resim gayet açıklayıcı.

Aha vallaha da tıktık.

 Bebeler uyuyor. 5-10 dakika içinde       Ömer de uyudu.
01:00 Zeynep Erva fire verdi,biberon yedi.
01:18 Zeynep Erva fire verdi, biberon yedi.
01:20 Muhammed Selim fire verdi, biberon yedi.
01:22 Zeynep Erva mızıklamaya devam ediyor.
01:25 Zeynep Erva mızıklamaya devam ediyor.
01:37 sesler bitti umarım uzun süre uyanmazlar. Çünkü ben de uyumak istiyorum. Zira babamız uykusunu aldı. Onun uykusunun geldiği zamanda benim dinç olmam lazım.
Gerisini hatırlamıyorum ,daha doğrusu not tutacak vaktim olmadı.
Kah uyuduk, kah uyandık,  kah ağladık, kah zırladık. 'Dık' diyorum onlarla birlikte ben de zırladım.
Öyle böyle derken 12 saatlik yolculuğu 16 saatte tamamladık.
Değdi mi bunca eziyete , valla değdi. Uzungöl'e çıktık mesela. Orda helikoptere bindik. Bizimle birlikte bir de Bakü'den gelen bir aile vardı. Onların çocuklar 5 ve 6 yaşlarında. Çocuklar hopluyo zıplıyo nasıl sevinçliler helikoptere bincez diye ama bizim oğlan 3.5 yaşında ya bi şey anladığı yok. Öyle bakiyo saf saf. Onların çocukları görünce kıskandım tabi şimdi kıskanmadım desem yalan olur. Benim çocuğum da böyle sevinsin istedim. Ama nerdee. Oğlum dedim bak baban bizi helikoptere bindiriyo uçucaz bööyle havada gezcez Sevin biraz sıçra sende mutlu ol yok anam yok bi halt anladığı yok. Bindik indik hala yok sanki hergün helikoptere biniyo çocuk. Ya çok saf yaşı gereği anlamadı, ya da çok asil bizim çocuk da biz anlamadık.
Helikopterden Ben Çektim
Andon Ilıcalarına çıktık sonra. Yollar biz beton arasında kalmışlar için hayret uyandırıcı, açlık giderici. Böyle yeşillik mi olur Allahım o nasıl renk öyle. Her yer ayrı tonda. Görülmeye değer.
Daha Rize kalesi var sırada.
Sonra Ayder yaylası.
Sonra belki de rafting. Arkadaşlar kararlı onlar gidecekler. Bizim bey de çok hevesli bakalım. 3 çocukla nasıl yapacaksak raftingi. Hayırlısı diyelim. Burda ara verelim. Olur da gidersek ve  firsat bulutsam onu da yazarım.
       Rize'den Saygılar,Sevgiler ve Hayırlı Bayramlar
     

13 Haziran 2013 Perşembe

Nasıl Kurtulcaz Bu Bez Derdinden 3

Bez Derdi serisinin ilk kahramanı olan 3.5 yaşındaki büyük oğlan, kendi başına banyo yapmaya bayılıyor.

Geçen gün bu bey gene duşa girmek istedi. Suyu ayarlayıp attım bunu duşa çıktım dışarı. Bahçede BayBabasıyla çay içiyoruz. Kız kardeşiyle ablası da dışarıda. Prematüreyle evde yalnızlar yani.

Neyse şekerim biz oturmuş karı-koca keyifli keyifli çay içerken bunun sesleri gelmeye başladı dışarıya. N'oluyo gidiyim bakıyim demeye kalmadan beyimiz kapıda belirdi. Almış bezini, geçirmiş bacaklarının arasına, bir önden bir arkadan tutup 'tuvaletimi yaptım, tuvaletimi yaptım' diyo. Ben de ya gördüğüm görüntüden, ya bir süredir içinde bulunduğum psikolojiden yada tuvaletini nereye yaptığını anlamadığımdan- karşıma çıkacak görüntüden korktuğumdan- kahkaha krizine tutuldum. Öyle gülüyorum ki oğlan ağlıyorum zannetti. 'Ağlama mutlu ol özür dilerim anne' demeye başladı. Bir süredir böyle bir durumumuz var. Yanlış yaptığı birşeye ben ağladığım zaman pişman olup yapmayı bırakıyo. Düştüğü canı yandığı zaman ben ondan daha sesli ağlamaya başlarsam ağlamayı bırakıp 'ağlama anne, acımadı anne , çok komik oldu anne' diyip beni yatıştırmaya çalışıyo. Tavsiye ederim çok işe yarıyo. 

Ben de dediğim gibi nereye nasıl yaptığını bilmediğimden 'dur daha sonra belki işime yarar' diyip güldüğümü belli etmedim. Beze baktım bez temiz. Yollara bakıyorum görünürde bişey yok. 'Nereye yaptın' dedim, 'buğuya buğuya' diye diye beni banyoya sürüklemeye başladı. Banyoya girdik ben direk duşun içine koştum karşılaşacağım manzaradan korkarak ama oğlan: 'buğda bak anne buğuya yaptım' diye tuvaleti gösterdi. Ben güya ağlıyorum ya çocuk ikilemde"mutlu mu olmalıyım, üzgün mü" yüzüme bakıyor ifade karışık Benden tepki bekliyo ona göre belirlicek ne yapması gerektiğini. 

Koştum geldim tuvaletin yanına bibaktım evin diğer fertlerinden beklenmeyecek incelikte bir ee kıvrılmış bize bakıyor. Bizdeki sevinç geçen seferkinden daha yoğun.Öyle ki fotoğrafını bile çektik o şaheserin. Her ne kadar çok ama çok istesemde buraya koyup midenizi daha fazla kaldırmicam merak etmeyin.

Koşup babaya anlattık hemen. Yetmedi Anana'ya telefon açıp ona anlattık. Orada dayı-dede kim varsa tek tek baskı yaptık. Ben anlatıyorum beyimiz yanımdan destek veriyo, 'ebet anana', 'men başağdım dede', 'men abi oldum daaayı'.

Giyinme vakti geldiğinde aldım en güzel kilodunu 'bak'dedim 'sakın çişini yapıp kirletme hemen tuvalete gidelim kilodun temiz kalsın'. Beyimizdeki tepki tüm sevinci yedi bitirdi. 'Kilot istemiyorum' diye krize girmeler, 'bez takcam' diye ağlayıp koşup bez getirmeler, bezini takmayıp kilodunu giydirmeye çalışan anneyle kavga etmeler....

Velahasıl-ı Kelam:

Gene Kurtulamadık, Nasıl Kurtulcaz Bu Bez Derdinden.

2 Haziran 2013 Pazar

Günlük Tadında


Aslında şuan uykusuzluktan geberiyorum. Ama bugün öyle olaylar oldu ki yazmazsam kesin unuturum.

Öncelikle kızım muhteşem bir kişiliğe sahip olduğunu gösterdi. Yada en azından ben öyle zannettim. Ama umarım böyle devam eder. Onunla top oynamak için yere oturduk. Aramızda 3-4 karış kadar mesafe var. Ona topu attım. 'Hadi kızım sen de bana at' dedim ellerimi açtım. Her bebeğin yaptığı gibi gelişi güzel ortalığa atmasını bekliyorum ama benim muhteşem dehasını annesinden almış olan süper kızım: önce uzandı baktı yetişemedi emekler pozisyona geçip (böylelikle aramızdaki mesafe kapanmış oluyordu) topu benim ellerime bıraktı. Şaşırdım. Sadece tesadüf zannettim. Bir daha attım topu geri istedim. Gene aynı şeyi yaptı. Bir daha. Bir daha derken anladım ki tesadüf değil. O sırada abisi geldi. Önce o top benim diye oyunumuzu bozmaya kalktı bir kıskanma örneği göstererek. Sonra oyunumuza onu da dahil ettik. Ben oğlana, oğlan kıza, kız bana şeklinde oturduk. Ve benim muhteşem dehasını annesinden almış olan süper kızım oyunun ritmini bozmadan aynı şekilde topu benim ellerime vermeye devam etti. Ben şimdi burda kızın topu ellerime verişinden, oyunun düzeninden falan bahsediyorum ama esas etkilendiğim yer topu veriyor olması. 'Ben' duygusu olmadan, yüzünde muhteşem gülücüklerle 'paylaşımcı' olması. 

Sonra bizim prematüre ağlama krizine girince odasından çıkartmaya, yanımıza almaya karar verdik. Bebeği daha önce sadece yatak odasında ve toplamda en fazla 5 dakika görmüş olan kızım tam manasıyla duygu patlaması yaşadı. Önce sevdi, sonra güldü, daha sonra ağladı, en sonunda da yaşından beklenmeyecek şekilde kıskandı. Bebeği odaya getirdiğimizi görünce bir heyecanlandı bir heyecanlandı yerinde zıplayıp gülmeye falan başladı. Bebeği yatak odasında görünce de aynı şeyi yapıyordu zaten. Sonra bebek ağlamaya başlayınca birden bu da ağlamaya başladı. İkisini birden susturduk ama kız durmadı daha doğrusu durup durup uyuyan bebeğe bakıp bakıp  ağladı. Bebeğin 
gazını çıkarmak için kucağıma aldığımda kızım da ablasının kucağındaydı. Bu sefer benim kucağıma gelmek için ağladı. Haydaaa sen ne anlıyorsun da kıskanıyorsun diye diye değiştirdik bebekleri. Benim kucağıma gelince rahatladı hanım. Sebepsiz yere gülücükler, bir sırıtışa bin kahkaha atmalar. Yok yok yani. Biz yemek yerken küçük hanım aç kediler gibi masanın altında dolaşıyordu. Bu sırada bebek ağlamaya başlayınca ben kalkıp onun yanına koştum. Küçük Hanım'da benim peşimden. Öyle hızlı emeklemeye çalışmış ki (sanki annesini yiyecekler orda) baş hızlı gidip kollar ve bacaklar ona yetişemeyince yere kapaklanmış. Arkamı bidöndüm kii yüzükoyun yere kapanmış anneye yetişemeyeceğini de anlayıp, pes etmiş, ağlıyo. Bebeği susturdum. Döndüm prensesi susturdum. Yemeğe devam. Bebek iyice rahatlayıp uykuya dalana kadar bu son olay en ince ayrıntısına kadar birkaç kere daha tekrarlandı. E tabi benim yemek ne hale geldi varın siz düşünün artık. 
                                          
                                                    Zeebet Eebaa'nın Prematüre'yle İmtihanı












Sonuç olarakben burdan anladım ki en paylaşımcı insanın bile paylaşacağı şey var paylaşamayacağı şey var. Ama gene de afferin benim muhteşem dehasını annesinden almış olan süper kızıma bu ayrımı bile şimdiden anlamış öğrenmiş uyguluyor. 

Ha bi de bizim oğlan var tabi. Yemekten sonra gelmiş. 'Benim şimdi dişlerimi fırçalamam lazım anne' diyor. 'Hı'. 'Eğer fırçalamazsam yemekler dişlerimde kalır. Mikroplar gelir dişlerimi yer. Her yemekten sonra dişlerimi fırçalamalıyım.' cümlelerin düzenine, anlamına artı çocuğun vurgularına hayran kaldım. Yok yani ben öyle her yemekten sonra koşa koşa gidip dişlerini fırçalayan hadi biraz daha yumuşatıp kendimi akliyim buna fırsat bulan bir kadın değilim. Nerden öğrendi bu çocuk bunları. Zamane çocukları diye boşa denmiyormuş demek. 

1 Haziran 2013 Cumartesi

ROP'mu Hahayyt O'da Neymiş;))))

Öncelikle Bir Kız Bir Oğlan'ın ROP'la ilgili Bir yazısı var.

Ben bunu okuduğum zaman ne ROP derdim nede prematürem vardı. Sonra benim prematürem doğduktan sonra ve bize de göz muayeneniz var dendikten sonra tekrar okudum. Sevgili Secceciğim olurda bir gün ben de ünlü bir blogger olursam ve sen de benim bu yazımı okursan lütfen kusura bakma. Aslında seni ne kadar severim bilirsin. Fakat üzülerek söylüyorum ki.  Okumaz olaydım.

Beni bir korku sardı bir korku sardı anlatamam. Ne olacak. Nasıl olacak. O kadar kişiyle birlikte ne yapıcaz. Biz bebeğimizin kendi kardeşlerini sokmuyoruz odaya kaldı ki onca insan onca bebek...  Hani yazmış ya heryerde yapılmadığı için şehir dışından bile gelen var diye. Biz zaten aynı şehirde olduğumuz için kesin aynı yere gidicez diye beynim odaklanmış.

Neyse ben randevuyu aldım. Açık adreside aldık ki eşimde bende nerde olduğu hakkında hiçbir fikrimiz yok. Randevu günü sabahın köründe çıktık yola. Ortancayı evde bakıcı ablasıyla bıraktık. Büyüğü de yolda babaanneye atıcaz. Çocukları saça saça gidiyoz yani. Ama bizim uyanık büyük kalmadı babaannede. O takıldı peşimize. Eşim benimle gelmicek. Beni kapıya kadar götürüp o işe devam edecek. Yandık ki ne yandık. Oğlan benimle. Onca insanın içinde kesin kaçar saklanır. Ben onu almicaz diye bebeği anakucağına da koymadım, kucağımda bebek. Tam böyle biri elinde biri dizinde halleriyle geldik doktora.

Geldik ama galiba yanlış geldik. Hiç bitane bebek yok ortalıkta. İçeri girince biz adımızı söylemedik onlar isimle hitabettiler. Evet dedik biziz. Tamam dediler bekleyin alıcaz. Bekleme odası da normal bildiğin bekleme odası. Öyle iki yataklı odaya 15 bebe 15 anneyle tıkıştırılmadık. Secce'nin yazısına dayanarak bebeyi iki saatlik açlık orucuna başlatmıştım. Tabi bi süre sonra bebek ağlamaya başladı. Belirli aralıklarla gelip gözüne damla damlatan hemşireye sordum acıktı doyurabilirmiyim diye. Az olmak koşuluyla olabilir dedi. Bebeyi rahatlattımda. E iyi dedik demekki sadece bir yerde değilmiş bu muayene biz iyi yere denk geldik.

Sonra aldılar bizi doktorun yanına. Bebeği hemşireyle yan odaya alıp muayene edeceklermiş. Ortalama 45 sn sürermiş. Ve bebek çok ağlayabilirmiş. Korkmamalıymışım. Ah dedim şükür ağlayacağına göre anestezi verilmeyecek çocuğa. Çocukken defalarca maruz kaldığımdandır sanırım nefret ederim anesteziden.

Bebek gitti. Hakikaten ciyak-ciyak. Biz büyük oğlanla yan odada 'ah bebeğimiz vah bebeğimiz' derken içimden de diyorum ki ' Allah'ım lütfen öğlene kalmayalım bir hafta sonraya iki hafta sonraya da çağırmasınlar. Bizi de iki ay sonraya çağırsınlar'.

Ben daha bunları düşünmeyi tam  bitirmeden bebek geldi. Peşinden doktor. Çok iyi bi adamdı Allah razı olsun. Oturduk uzun uzun anlatıyor. Şöyle iyi böyle iyi. Ben tabi merak ediyorum ne zaman çağıracak diye. Neticede bebeğin iyiliği bi sonraki randevunun tarihinde belli olyor. Nitekim demesinmi 'seneye görüşelim'.

Alaaaaaaaah ben de bi havalar bi havalar. Seneye dedi yaa seneye. Öyle birkaç hafta sonrasına yada bir iki ay sonrasına değil koskoca SENEYE.

Çok şükür bunu güzellikle atlattık darısı 'seneye'nin başına.

Kısa birşekilde şunu da belirteyim sonra ROP muayenesine gidipte sen bize bunu dememiştin diyenleriniz olmasın. Bebeğin gözünü açık tutmak için alet edevatla zorlamışlar. Ağlarken kırmızımsı-kırmızımsı akıyordu gözyaşları. Bu bir anne için çok kötü bişey ama onun bunu hatırlamicak olması ve bizim birdahakine 'seneye' gelecek olmamız bir nebze de olsa rahatlatıyor insanı.

Hıı bir de kapıdan çıkarken 350 tl bayılınca anladık. Secce Kuzu'nunkiyle neden bu kadar farklı olduğumuzu. Biz tabi saf bebeğin doktorunun dediği yere atlayıp gitmişiz araştırmadan etmeden. Ama deydi mi? Valla deydi. Seçim yapacak olanlara tavsiye ederim.


31 Mayıs 2013 Cuma

Doğum Günü Organizatörü

Bu yazımı gecenin bir yarısı yazıyorum. Gerçi ben çocuklardan anca fırsat bulabildiğim için bütün yazılarımı gecenin bir yarıları! yazıyorum fakat bloğun saatini düzeltemediğim için o kafasına göre bir saat etiketliyo ama neyse.

Yarın ROP muayenemiz var. (Bu ROP'da ayrı bir yazı konusu zaten bırrrr) erkenden kalkıp gitmemiz gerek dolayısıyla büyük oğlanı normal bir 3yaş bebesi için geç ama bizimki için erken denebilecek bir saatte 12:00'de uyutmak için yanıma aldım. Beyimiz günlerdir 3-4 gibi yatıyor. Tutturmuş bir angry birds videoları. Elindeki makinenin şarjı bitene kadar video izliyo ondan sonra yatıyo. Başında kimmi bekliyo? Tabii ki kimse işim gücüm yok bide onu mu beklicem yatıyorum ben valla o kendi başının çaresine bakıyo. Hiç uğraşamam.

Neyse ne diyodum hıı bu gece aldım bunu uyutucam dili durmuyoki durmayasıcanın. Sürekli bişeyler söylüyor bişeyler anlatmaya çalışıyor. Ben de internette takılıyorum ne dediğini ne anlatmaya çalıştığını anlamıyorum da. Anca uyusun diye bekliyorum ki onu yatağına götürüp bende mışıl mışıl uyicam. Tabi bebeğin izin verdiği ölçüde. Sus oğlum. Susuyo. İki dakika sonra tekrar. Yeter oğlum. Yetiyo. İki dakika sonra tekrar. Çarpıcam oğlum. Çarpma anne. Susuyo iki dakika sonra tekrar.

Sonra bu tekrar konuşmaya başladı.

'Doğum günün kutlu olsun anne'

Ne! Efendim! Ne dedin! Ayy canııımm.

Pis nefis hoşuna giden bişey oldumu nasılda duyuyorsun. Çocuk deminden beri neler neler diyo belkide. Belki bir buluş yaptı onu anlatıyordu. dünyanın en küçük mucidi en küçük bilim adamı en küçük profesörü olacaktı ama sen kaçırdın. Yada sana gelecekteki hayallerinden bahsediyordu. Yada BayBaba'sı telefonda birine senin için son model bir araba siparişi verdi onu söylüyordu. Yada bakıcı ablasının kardeşine ettiği eziyetlerden bahsediyordu(Allah korusun). Hepsini kaçırdın ama yoook senin umurundamı. Hoşuna gideni kap. Gerisini salla gitsin.

Evet nefis terbiyemizi yaptığımıza göre devam edebiliriz.

Geçenlerde benim doğum günümdü. Aile içinde küçücük bipastayla küçücük bikutlama yaptık.


-Canım oğlum benim doğum günüm değil ki artık geçti.

+Geçtimi!?

-Evet. Geçti;)

+Hmm bidaha doğum günün geldiğinde ben sana kocaman bipasta alıcam anne

-Sen mi alıcaksın annem ;)

+Ebet anne. Men çok güçlüyüm sana kocaman pasta alıcam. Hmm  biz Zeebet Eeebaa'yla (kız kardeşinden bahsediyo) birlikte alıcaz.

Oyy gurban olduğum. Oyy gadasın aldığım. Oyy anasının kuzusu. Oyy anasının bi denesi. Pastanın küçüklüğü içine dert olmuş yavrumun. O muhteşem kaslarıyla bana daha büyüğünü alacakmış. Ben daha bunun üstüne ne derim , ne ederim. Anca ve anca iyiki doğurmuşum diyip Rabb'ime şükrederim.




24 Mayıs 2013 Cuma

Nasıl Kurtulcaz Bu Bez Derdinden 2

Daha önce şurada yazdığım gibi bizim 1 numara tam bir bez delisi. O yazıdan sonra,doğumdan önce tuvalet eğitimine tekrar başlayalım dedik. Tekrar diyorum çünkü ben 2 numaraya hamileyken bi başlamıştım. Paşam her defasında dışarıya yapıyo. Bir keresinde çişinin yarısını dışarı yaptıktan sonra koşup oturdu devamını oraya yaptı. Allahı var yapmasaydı da hepsini olduğu yere salsaydı daha iyiydi. İki kat iş çıkardı. Normalde yaptığı yeri siliyodum. Bacaklar, ayaklar tamam. Ama şimdi öylemi. Yaptığı yerle tuvaletinin arası mayın tarlası. Damlalara basmadan atlaya atlaya geç sonra o damlaları atlamadan böyle kafanı eye eye ışık yardımıyla tek tek bulup sil. Bide ben o zamanlar karnı burnunda hamile. Of ki ne of yani.
Hıı bikeresinde de çişini yaparken gene koşup oturmuş Allahtan bu sefer pijaması güzelce emmişte yollarda yok. Neyse ben gene söylene söylene siliyorum yerdeki çiş öbeğini bundan bir çığlık 'başağdım başağdım anne bak başağdım' bi koştum ki eesini tuvalete yapmış. Bizde bir sevinç bir neşe sanırsınız milli piyango bize çıkmış yada Mısır'daki halamızdan miras kalmış. Çocuk tuvaletinde oturuyo ben onun yanında birbirimize sarılıyoruz. Durup durup eeye bakıp 'ebet başağdım'-'evet başardın' diyip duruyoruz. Orda ee değil altın olsa bu kadar sevinebiliriz. Ama maalesef sevincimiz kursağımızda kaldı. Bütün olay bundan ibaret sonrası hep aynı hep aynı 'dışarı'. Baktım çocuk beceremiyo ben beceremiyorum benim sinirler normal değil daha ilk günden bağırmaya başlıyorum en iyisi dedim tekrar bez bağlamak. Yoksa çocuğa tuvalet eğitimi verelim derken psikolojisini bozcaz bağır-çağır. Sonra bide duydum ki çocuğu pedagoğa götürdüğünde ilk tuvalet eğitimini soruyormuş, tuvalet eğitimi çocuğun kişiliğini çok etkiliyormuş sıkmamalı zorlamamalıymış. Eh dedim tamam saldım gitti. Ne zaman istersen o zaman yap benm psikolojim iyiyken gene deneriz.

Sonra işte geçenlerde BayBaba'nın da baskıları üzerine hadi dedik artık bez bağlamak yoookkkk. 

-Biz artık bezleri sevmiyoruz.
-Ebet seemiyoruz. 
-Çişimizi eemizi tuvaletimize yapcaz. 
-Ebet tuvaletine yapcaz. 

Aldım bunu karşıma 'bak annecim çişin yada een geldiği zaman hemen koşup tuvaletine yapcaksın dışarılara yapmak yok. Bak bez bağlamadık heryer pis olur evimiz kirlenir sonra bizim evimiz olmaz'. Ben bunları anlatırken beyimiz herşeyi sayıyo 'Ebet anne koşcam anne tuvaletine yapcam anne Ebet anne kirlenir bizim evimiz olmaz anne'. 

Sonra ilk çiş tabiiki fiyasko. Bu zaten beklenen bişey. İkinci de. Tamam bu da olabilir. Üçüncü de. Hadi bunu da saymayalım. Dördüncü. 'Annecim artık yeteR'. Beşinci. 'Eeee bu ne bee'. Altıncı. 'Oğlum sen anlamıyomusun sabahtan beri bu kaçıncı yeter artık yaa adam gibi yap şu çişini tuvaletine'. Yedinci. Sekizinci. Dokuzuncu. Ve bu böööööööööyle uzaaaar gideeeer. Bir tane isabet yok. 

Hal böyle olunca taktik değiştirmeye karar verdim. Çişini yaptıktan sonra yarım saat-bir saat dolaştı. Hiçbirşey demedim çünkü biliyorum beyimizin o kadar tutabilme kabiliyeti var sonrası sıkıntı. Hah işte bu sonraki zamana gelince hadi dedim 'gel tuvaletine oturalım çişini oraya yap da şarkı dinleyelim'. Beyimize bide şarkılı türkülü tuvalet aldık. Çişini eesini yaptığı zaman müzik çalıyor. Çalıyor derken yani kutusunda öyle yazıyo  yoksa nerdeyse bir yıl oldu tuvaleti alalı ama beyimiz daha teşrif eettiremediği için yemin ederim ki daha bir kere bile şahit olmadım çişe eeye müzik çaldığına.

Neyse oturduk beraber bekliyoruz çişi gelsin diye. Şarkılar türküler uyduruyoruz ona 'gel çiş gel' diye. Ama yok. Bir saattir çişini tutan oğlan bir saatte oturduğu yerde tuttu. Benimde yanında her yerim kireç tuttu. Hamileyim (gene!) ;) karnım burnumda. Sinirlerimde bozuluyor. 'Kalk' dedim bir hışımla 'ama yaparsan döverim.'

Yaptı tabi. Hemde kalktığının ikinci dakikasında. Bir saat sonra aynı işlemi tekrarladım. Oda aynısını. Ben tekrar, o tekrar. Baktım olmuyo tekrar bağladık altını rahatladık.

E naapalım pedagog öyle demiş.


22 Mayıs 2013 Çarşamba

Şükür Kavuşturana

Uzun zaman oldu bişey yazmayalı. Yazıcam dedim fırsat bulamadım. Yazıcam dedim bloğa giremedim derken 1-1.5 ayı devirdim.
Yazıcam da nasıl yazıcam. Önce erken doğumun en tehlikeli bölümünü atlatıp anana evinden ayrıldık. Eve bigeldikkiiii ev almış başını gitmiş. Her yer olmuş bir karış toz. Bir ayı geçmiş ev boş kalmış. Hem piis, hem soğuuk insana resmen 'git git geri git ' diyor.
Hal böyle olunca ev de dahil olmak üzere herkez bir beklentiye girmiş durumda.
  Ev temizlik - düzen bekler.
  Koca yemek bekler.
  Bebeler ilgi - alaka - bakım bekler.
  Karnımdaki desen dünyaya erkenden gelebilmek için biraz yıpranıp yorulmamı bekler.
Nitekim öylede oldu. Hiçbirinin beklentisi tam anlamıyla karşılanamazken en ufağınki oldu. eve geldikten ortalama 10-15 gün sonra doğdu sıpa. Tabii ki erken doğumla 33+3'te.
Tehlikeli zaman geçti bizi eve yolladılar ya bende bir rahatlık bir rahatlık sorma gitsin. Facebook'a resim koymalar. Doğdu doğdu diye sağı solu aramalar. Aradan biraz zaman geçipte durumu öğrenince benm havam söndü tabi. Bebek küvezdeymiş.' Ne zaman gelcek' diye soruyorum  'gelmicek' diyorlar. Ben gidip görebilirmişim. O da yalnızca bir kez yanına girebilirmişim. Daha sonra sadece odanın camını açıp gösterebilirlermiş.
Nasıl acı nasıl zor bir durum anlatamam. Ne zaman çıkacağı belli değil. Kendi doktoruma yalvarıyorum çaresizlikten beni çıkarmayın diye. 'Tamam bigece daha kal istiyorsan ama bebek çıkana kadar tutamam seni burda' diyo. 1 numaralı olandan beri en korktuğum şey geldi başıma. Bebeği hastanede bırakıp eve döncez. Mecbur.
33+3'te doğdu ya 35. haftasını doldurana kadar orda kalması lazımmış. 'Tabii tabii eve gideriz daha kötü olur yok burda daha iyi bakılır' diye diye Kendimizi buna alıştırdık. Ertesi gün ben hastaneden çıkmadan bebeğin doktoru geldi ve ' bebeğiniz çok hızlı ilerliyor böyle giderse 3-4 güne kadar veririz size' demezmi uçtuk havalara. Sevinçli sevinçli gittik eve. Ertesi gün süt götürmeye gittiğimizde bende gene bihaller bihavalar kesin beslemek için alcaklar beni içeri yarın da vercekler bebemi. Ama nerdee. Bir gittimki yavrum ne emzik ne biberon daha hiçbişey alamıyor bantlamışlar incecik bihortumu dudağına benim götürdüğüm sütleri mideye veriyorlar. Beni aldımı biağlama. Erken doğmanın verdiği hareketler de var tabi. Ah yavrum ah kuzum erken doğmayaydın iyiydi diye ağıt yakcam nerdeyse camın arkasından.
Doktor 3-4 gün dedi ya her geçen gün daha çok batıyor insana. Öyle demiş olmasa biz zaten alıştırmıştık kendimizi 10 güne ama ümitlenince insan her gün daha büyük biboşluğa düşüyor.
7.gün süt götürmeye gittiğimde bir baktım ağzında emzik cok-cok emiyo. Yüz ufacık ya emzik suratı kaplamış nasıl komik görünüyo anlatamam. Bende bir mutluluk bir sırıtış 32değil 40dişim olsa hepsi gözükecek. Hareketlerle hemşireye biberon içtimi diye sordum yok dedi neyse dedim olsun buna şükür. Derken ziyaret saati bitti ama hemşire benim olduğum camı kapattırmadı. Herkez gitti bi biz kaldık. Bir de bizim camdan gözüken 1-2bebeğin aileleri. Bizim sayemizde onlarda daha uzun süre bebeklerini izlemiş oldular. Bu sayede azıcıkta onlardan dua almış olduk iyi oldu. Bu arada hemşire aldı benim bebeği biberonla beslemeye başladı. 1 numarada yanımda onunla birlikte keyifle izliyoruz bunları. 'Di bebek süt içiyor annne' diyip duruyo. Bebek doğduktan sonra 12-13 gün hala ismi belli değildi ve hastanede yatarken nedense bizim oğlan ona 'di' ismini taktı. Di bebek aşşa, di bebek yukarı.
Süt bitti. Gaz çıktı. Bez değişti. Yarine konuldu. Hemşire kapıya gelin diye işaret etti. Koşa koşa gidiyorum ne dicek diye. Sonunda güzel bir  haber '3saat sonra beslemeye gelin'.
3 saat sonra gittiğimde bebeği tutmakta çok zorlandım. Sanki hiç bebek kucaklamamışım gibi. Sanki yeni doğan bebek kucaklayalı yıllaar-yıllar olmuş gibi. Halbuki bu bıdının erken doğmasıyla birlikte 2ve3'ün arası 9ay17gün oldu. Şaka gibi. Ama bebek o kadar küçük o kadar küçük ki anlatamam. Emziremiyorum, biberonla besleyemiyorum gazını çıkartmak için omzuma alırken bile ellerim titriyor. Öyle böyle hallettik sonunda. 3saat sonra tekrar gelin dediler. O 3saat içinde bana bişey olmuş annelik tekrar içime oturmuş. Bu sefer o kadar rahat tuttum ki bebeği. Sanki yıllardır prematüre hemşireliği yapıyorum. Giderken bana sabah eşyalarınızla gelin taburcusunuz dedi. Ohhhh çok şükür rahat bir nefes.
Sabah gidip aldık bebeğimizi. Eve çıkabilirmişiz ama çok dikkat etmeliymişiz. Yanına kimseyi almamalı aldığımızı da maskeyle almalıymışız. 1ay çok tehlikeli kesinlikle mikrop kapmamalıymış. Hem bunlardan dolayı hemde iki gün sonra kontrole çağırıldığımızdan zaten evimiz hastaneye uzakta kendisinin evi yakında olduğu için doğum gününden beri kaldığımız babanne evine gittik. 2gün sonra gittiğimiz kontrolden olumlu ayrılınca kendi evimize dönmeye karar verdik ve tam bir haftadır evimizdeyiz.
Doğmadan önce beni yatırdı ayrı çektirdi. Doğduktan sonra kendi küvezde yattı ayrı çektirdi. Başı acı, sonu tatlı diye ümit ederek bundan sonrasında çok akıllı-uslu, yat diyince yatan, kalk diyince kalkan, güzel güzel emip, gazlarını rahat rahat çıkartan performans bekliyoruz kendilerinden.
Ama herşeye rağmen kavuştuk ya Şükür Kavuşturana.

9 Nisan 2013 Salı

Kardeş Kıskançlığına Çare Part 1

Kıskançlık Habil ile Kabil den günümüze kadar uzanmış en büyük dertlarimizdendir. Bunların başlıcaları:
Kaynananın gelini
Gelinin eltiyi
Eltinin görümceyi kıskanması gibi aile içi kıskançlıklardır. Ama 100 kişiye sorsak tartışmasız en popüler cevabı Kardeş Kıskançlığı alır. 

Yavrusuna kardeş bekleyen anne-babaların öncelikle yapacağı iş çocuğa daha annenin karnı belli olmaya başlamadan orada bir bebeğin olduğunu anlatmaktır. 
Çocuğu karşımıza alıp 'anneciiim (yada babacıııım) bak burda bi bebek var biliyomusuuuun' demek başlangıç aşamasıdır. Tabi ben bunları 2 yaşını daha yeni doldurmuş bebeğime! yaptığım için böyle uzatarak yapmıştım. Eğer çocuk daha büyükse onunla daha arkadaşça konuşulabilir.  
Zamanla o bebeğin ne kadar tatlı olduğu-sevimli olduğu-onunla arkadaş olacağı anlatılır. Büyük olan her ne kadar benimki gibi küçükde olsa anında abi-abla damgasını yiyor ve bu çocuğu fazlasıyla olumsuz yönde etkiliyor. Yok çocuk büyükse ona abi-abla olmanın ne kadar muhteşem bir duygu olduğu anlatılabilir. Sorumluluklarından bu aşamada pek fazla bahsetmemek lazım.  Korkmasın çocuk. Zamanla yavaş yavaş aşılanabilir ;). 

Karnınız büyümeye başladığında 'bak bebeğimiz büyüyor gel onu sevelim' diye sık sık karnınızı okşamasına izin verin. Benim karnım iyice büyüdüğünde oğluma bebeği öptürmek aklıma geldi. Benim zavallı yavrum da kocaman şiş bir göbeği karşısında görünce sanki anne yanağı öper gibi iki yanını birden öpmüştü. Naapsın zavallım ilk defa yanaktan başka bir yer öpüyo, onu da aynı onun gibi yapılıyor zannetmiş, karıştırmış. 


6 Nisan 2013 Cumartesi

Nasıl Kurtulcaz Bu Bez Derdinden

Bizim 1 numara 3 yaşını doldurdu hatta buçuğa doğru yol alıyor.

Her zamane çocuğu gibi bunun da herseyden fazlasıyla haberi var. Herseyden haberi var da bi altından yok.

Anne: oğluum bak bezin totonu çok acıtmış kırmızı yapmış orayı, artık tuvaletine yap istersen.
Oğul: hayırr. Yapmiicam.
Anne: ama annecim bak acıtmış. Bezler çok kötü hep acıtırlar. Tuvaletler çok sevimli onlar hiç acıtmazlar.
Oğul: haayırrr men tuvaletini sevvvmiorum annnneeee.
Anne: peki oğlum sen ne zaman istersen o zaman yapalım tuvaletine.
Oğul: .......
Anne:........
Oğul: e em çok acıyo ağlicam hüüüüüüüü
Anne: oğlum o zaman tuvalete yapalım
Oğul: hüüüü tuvalete yapmicam hüüüü bezime yapcam hüüüü.
Anne: tamam annnnecim yapma nereye istersen oraya yap.
Oğul: ama çok acıyo ağliicaaamm hüüüü anne üfle hüüüü
Anne: tamam annecim üfledim geçti bak artık acımıyo.
Oğul: :D acımıyomu
Anne: yok geçti.
Oğul: tamam.

Hemen hemen her bez değiştirmemizde bu tür konuşmalar geçiyor aramızda. Konuşmanın sonlarına doğru benim sinirler iyice geriliyo. Ama çocuk Nuh diyo peygamber demiyo. Hayır kendiside rahatsız oluyo.
Mesela dün bahçede oynuyordu. Hiç beklenmedik şekilde eve geldi. Normalde karga tulumba anca sokarız çocuğu eve yada çok yanlış biliyorum ama rüşvetle. Hiç görülmemiştir onun kendiliğinden eve geldiği. Çocuk içeriye bir girdikiiii. Allahım bu ne sanarsın dışarıda mazgallar eksikmişte oraya bi batmış da çıkmış. Anane hemen aldı çocuğu yatırdı temizliicek bizim ki 'hayır değiştirmee' diye başladı. Neyse ki anane bunun hakkından geldi. Sonra bi baktım bu hemen kapıya koşuyo. Meğer sıpanın bütün derdi bezinin kendini rahatsız etmesiymiş.  E be mübarek rahatsız oluyorsun niye yapıyorsun.  Tamam yaptın , dışarıda onunla rahat edemedin eve gelince niye değiştirmeee diye tutturuyorsun. Anane demişken biz bu arada erken doğum tehlikesinden dolayı  5*lı anana otelinde kalıyoruz. Oğlan ananesine öyle diyo anana. Adı da anana kaldı. Artık ben bile bişey isterken anana diye istiyorum. 

Dün ananayla dayıyı okuldan almaya gittiklerinde dönerken söylemesi ayıp dondurma almışlar bizimki eller küçük tutamıyo dondurmayı kollarının arasında kucaklamış onları dönmüş ananaya 'bir dondurma klasiği anana' demiş yarım yamalak türkçesiyle. Allahım anana mest olmuş bunun söylediğine. Geldiler bana anlatıyorlar. Bu gene 'ebet anne bir dondurma klasiği baaak' diyo. Tamam insan çocuğunun duyduğu öğrendiği şeyleri hayatında kullanmasına seviniyo ama 'ulan bacaksız onu bilene kadar altını bil' demekten de kendini alamıyor.



5 Nisan 2013 Cuma

Ben Bitmişim Arkadaş


Ben bitmişim arkadaş


Bugün dedimki bende bir blog açiyim benim sıpaları yazıyim.

Çok beğendiğim bir blog yazarından tiyomu da aldım siteye girdim açacam bloğu ana! uğraşıyorum uğraşıyorum beceremiyorum olmuyo tam oldu diyorum hoop bi bakıyorum başa dönüyorum hadi bi daha hoop tekrar başa 'ulan noooluyo' demekten kendimi alamıyorum. Twetter, Facebook , instagram acayip kullanıyorum ya bir ağrıma gitti anlatamam.
Bu yazarın verdiği site de İngilizce altta dil seçeneğinden Türkçe yapıyorum bir sonraki sayfaya geçiyorum yok aynen İngilizce devam. Kafayı yemeye az kaldı. Hamileliğin verdiği mallık da var tabii. Ben nerdeyse ağlicam bu olmadıkça.

Sonra dedimki biraz ariyim bakiyim. türkçeyi buldum gmailden. tamam süper bu kolay olur ben burdan hallederim işimi dedim demez olaydım. Sorun dilde değilmiş sorun bendeymiş aynı sayfaya defalarca dönmekten illallah ettim ama azmettim uğraştım didindim ve bu bloğu açtım.

Sabahın 11'inden akşamın 11'ine kadar anca bir blog açmayı becerebildim ancaaak hiç gocunmuyorum çünkü biz hamilelerin kendi aramızda kullandığımız 'hamile aptallığı' diye bir durum var. Ben de bu durumun arkasına sığınıyorum. Çok işe yaradığı gibi çok da gerçekçi.

Mesela normalde leb denmeden anladığın o leblebiyi hamileyken sarısı yada beyazı diye açıklamazlarsa anlamıyorsun. Allah'tan 'hamile aptallığı' diye adını koymuşlar da hamilelikle bağdaştırıp işin içinden sıyrılıyorsun. Yoksa direk aptala maruz kalırdık mazallah.

Bıdılarımı yazmayı düşündüğüm bloğa hamile aptallığıyla başladım ama şu yazıyı yazmaya başlayana kadar çektiğim sıkıntılar beni buna zorladı. Zaten bıdıları yazacak hal de kalmadı.

Onları da yarın yazarım artıkın........